+90 236 213 0 888 (Pbx) +90 236 213 0 200 bilgi@egemas.com.tr

Kurucumuz

Kurucumuz  ve Onursal Başkanı'mız  Adil Çetingöz'ün Hatıraları'ndan
 
1931 Yılında İzmir Karşıyaka Bostanlı'da Dedem Hacı Mehmet Ali Efendi'nin tabiriyle 9 göbek İzmirli bir ailenin çocuğu olarak doğdum. Bebekliğim sırasında sürekli yaşadığım bağırsak rahatsızlıkları sebebiyle o kadar cılız ve sağlıksız bir bebekmişim ki, o günün şartlarında benim durumumdaki çocuklar çoğunlukla hayatlarını kaybettiklerinden, Rahmetli Babam da ha bugün ölecek ha yarın diye beni nüfusa 2 yıl geç kaydettirmiş, yani aslında 1929 doğumluyum.

 

İlköğretimimi Karşıyaka Cumhuriyet İlkokulu'nda, ortaöğretimimi Mithat Paşa Erkek Sanat Enstitüsü'nde yaptım. Çocukluğum o günün şartlarında öyle herkesin göremediği pervanelerin ve çemberlerin arasında geçtiğinden çocukluğumdan itibaren makinalara karşı aşırı bir ilgim vardı.

 

O zamanlar her evin bahçesinde tulumbalarla su çekilen kuyular vardı. Rahmetli Babam ise bizim bahçedeki kuyunun üzerine kurduğu yel değirmeni ile suyu 9 metre yukarıdaki depoya çıkarmış ve oradan da evin her köşesine dağıtmıştı. O kuyunun karşısına oturur yel değirmeninin nazlı nazlı dönüşünü seyreder, nasıl çalıştığını merak ederdim.

 

Rahmetli Babam; küçük dükkanında bıçak, satır, ustura, hacemet, berber makinası ve her türlü makas satardı. O zamanlar,  bu tür malzemelerin üretimi ve toptan ticareti İstanbul'lu gayrimüslim vatandaşlarımızın elindeydi. Babam İstanbul'a giderek bu malzemeleri alır dönerdi. O zamanlar imkanlar kısıtlıydı, alınan bir mal yıllarca kullanılırdı. Babam da önceleri eğe ile yaptığı bileme işlemini, müşterilerden gelen körelme şikayetlerinin sıklığı karşısında talebi karşılayamayınca, bir fabrikanın hurdalığından aldığı 3 metrelik voland ile kendisine 2 tane bileme tezgahı yaptı ve bu volandı çeviren iki işçi ile işini seri hale getirdi.

 

Okulumun tatil olduğu günlerde Rahmetli Babam elimden tutarak beni de işyerine götürürdü. Elektriğin olmadığı o günlerde bu iki işçinin kol gücü ile çevirdiği 3 metrelik volanda asılırdım ve ayaklarım belli bir süre yerden kesilirdi. Çocukluğumdan aklımda kalan en güzel oyun anları bu anlardır.

 

Ablamın eşi Süreyya eniştemin torna atölyesi vardı. Babam iyi bir esnafın yanında meslek öğreneyim diye beni eniştemin yanına çırak olarak verdi. Burada kalfalığa kadar yükseldim. Bu arada Teknik Öğretmen Okuluna da hazırlanıyordum. Ancak eniştem vefat edip, ablam sen işin başına geç deyince, okul hevesimden uzaklaştım ve 1947 yılından itibaren vergi mükellefi oldum ve ablam ile ortak olarak çalışmaya başladım.

 

Askerlik çağı geldi, her Türk genci gibi askerliğimi gururla yapıp döndükten sonra yine ablamla ortak olarak çalışmaya devam ettim. Ablam kendisine bir ev yaptırmaya karar verince hissesini bana devretti ve ben tek başıma işime devam ettim. O arada kendi başıma toparladığım parçalarla ince işler yapabileceğim bir torna tezgahı yaptım. Kahve makinaları ve Dondurma makinaları yapmaya başladım. İşyerim de ayrıca freze çakıları, torna kalemleri, demir testere ağızları satmaya başladım. Bu parçaları alıp satma işim daha yoğunlaşınca tornalarımı daha az çalıştırır oldum. Ancak 1956 yılında Milli Korunma Kanunu yeniden uygulanmaya başlanınca " bu kanuna göre sattığınız her parça malın üzerine fiyat etiketi yapıştırılma zorunluluğu getirildi"  ve uymayanlara çok ağır para ve hapis cezaları verilmeye  ve bu cezalar özensizce uygulanmaya başlanınca   alım satım işine ara verdim. Tekrar torna tezgahımı çalıştırmaya başladım ve otomobil lastiklerini şişiren pompa (su borusunun içini traşlıyarak parlattım ki keçeye zarar vermesin) yapmaya başladım. Daha önce de söylediğim gibi bu tür malların üretim ve satış işleri gayrimüslim vatandaşlarımızın elindeydi. İstanbul'a satmaya gidince Yahudi bir tüccarı gösterdiler, ona gittim, pompanın  Türkiye'de yapıldığına bir türlü inanamadı, tanesine 40 lira isteyince Yahudi tüccar fiyat kırmak için, şu an gemiyle bana tanesi 35 liraya gelen mal var, eğer sende aynı fiyata verirsen alırım dedi. Bende kendisine satış yapmayıp İzmir'e geri döndüm ve Türk esnafa 40 liradan satmaya başladım. O zamanlar askeriyenin hurdalığında en vay çeşit hurda malzeme bulunurdu.

 

Bir gün askeri hurdalıktan uçakların hurda iniş takımlarını satın aldım, atölyemde onların pistonunu silindirden çıkarıp, içindeki hidrolik yağını bir kaba boşalttım. Çıkan 2 teneke yağı tamirci arkadaşlarıma yarımşar, birer kilo sattım o kadar kıymetliydi ki kapışıldı. O yağın parası ile almış olduğum bütün hurdaların parasını ödedim. Elimde kalan piston millerini matkap tezgahlarının gövde kısmının üzerine oturttum, alt kısmının ucuna da matkaptezgahının tablasını işleyerek matkap tezgahları yaptım ve sattım.

 

1960 yılında ihtilal oldu,  devletimizin kasası bomboş, ithalata verecek döviz bulunamadığı için bir yıl boyunca yurt dışından parça ithalatı yapılamayıp bizim işlerimiz durma noktasına gelince artık dışarıdan gelecek parçalara muhtaç olmadan ne üretebilirim diye düşünmeye başladım. Torna tezgahımda bakkalların ve manavların kullandığı tartım ağırlıklarını takım olarak yapıp satmaya  başladım,  o işte doyum noktasına ulaşınca bu sefer kamyonlar için havalı kornalar yapmaya başladım. Bu kornalar o kadar ses çıkarırdı ki tıpkı vapur düdükleri gibi neredeyse kilometrelerce öteden sesi duyulurdu. Yine çırçır fabrikalarına o güne kadar Avrupa'dan aldığımız tek ve çift çeneli granklar yapmaya başladım. Bu makinalar o kadar hızlı ve seri çalışırdı ki pamuğu işlerken pamuktan çekirdeğini ayırırdı.

 

Bir gün İstanbul'dan bir müteahhit bana geldi, bu zat ODTÜ de hocalık yaparken istifa edip ticarete atılmış bir zattı. Bana siz su şebekelerinde kullanılan vantuz yapabilir misiniz dedi, bende daha önce yapmış olduğum ancak dükkanın bir köşesinde unuttuğum vantuzu getirip gösterdim. Müteahhit evet tam benim aradığım parça bu dedi ve o ana kadar ayakta konuşurken sandalyeyi çekip hemen oturdu. Çantasını açtı ve Fransız kontomasyonunu (katalog) çıkardı ve içinden bana bazı çizim ve resimleri göstererek bunları yapabilir misiniz diye sordu. Bende, sizin bana resmini gösterebileceğiniz her şeyi yapabilirim dedim.Atölyemde daha önce yapmış olduğum yangın musluklarını da görünce benim işi yapabileceğime iyice kanaat getirdi. Bana Fransız kontomasyonundan (katalog) gösterdiği flatörlü vananın sağlıklı çalışmayacağını söylediğimde, o  bana,  bunu bütün Dünya kullanıyor bizde niye çalışmasın deyince bir şey diyemedim. Bu malzemeleri genelde İstanbul'da Rum ve Ermeni ustaların yaptığını ve eğer ben bunları yapabilirsem çok büyük bir iş başarmış olacağımı söyledi. Vantuz'un içindeki malzemeyi sordu, bende bakır şamandura olduğunu söyledim, kendisi İstanbul'daki ustaların şamanduranın ucundaki sibopu köseleden yaptıklarını ve bu köselenin sürekli tazyikli suyla temasından dolayı 2 ay bile dayanamadan bozulduğunu söyledi. Ondan sonra bana çıkar defterini kalemini diyerek oldukça külliyatlı bir sipariş yazdırdı. Bu siparişleri zamanında hazırlayarak teslim ettim. Kontomasyondaki (katalog) ölçülerde kalıp yaptırarak istediği flatörlü vanayı yaptım. Bu malzemeler Salihli, Alaşehir ve Buldan içme suyu şebekelerinde kullanıldı ve çok memnun kalındı.

 

Bir gün Buldan'ın Belediye Başkanı beni aradı, müteahhide ulaşamadık dedi ve yana yakıla derdini ve olayı anlattı, o flatörlü vananın kullanıldığı Buldan'ın şehir şebekesi bir ay sonra patlamış, Müteahhidi aramışlar, bulamayınca akıllarına ben gelmişim. Ben  kendisine, hemen ertesi gün  arızayı gidereceğimi söyledim. Hemen aklıma daha önce askeri hurdalıktan aldığım uçak pervanelerinin göbeği geldi. Bu göbeği kullanıp  bütün gece çalışarak parça üzerinde gerekli değişiklikleri yaparak sorunsuz çalışacak vanayı yaptım ve Buldan'a giderek parçayı yerine takınca sorun giderilmiş oldu ve o parça bildiğim kadarıyla bir daha arıza yapmadı.

 

Buldan Belediye Başkanı tarafından arandığını öğrenen müteahhit  bir gün sonra beni aradı,  sen haklıymışsın flatörlü vana arıza yapmış, Belediye Başkanı beni aramış, ama ben yurt dışındaydım bana ulaşamamış biz şimdi ne yapacağız deyince, siz merak etmeyin ben yeni bir vana yaparak Buldan'a götürdüm ve arızayı giderdim dedim ama bana inanmadı, bende kendisine isterseniz Buldan'ı arayın konuşun deyince ancak ikna oldu.

 

Bu arada ben Taş Öğütücülü Kahve ve Tuz Değirmeni imal etmeye başlamıştım, ancak öğütülen tuzun ve kahvenin içerisine öğütme taşlarının kırıntıları ve tozu karışınca ve bundan dolayı şikayetler duyunca,  ne yapabilirim diye düşündüm ve öğütme vazifesini çelik disklerle yapan ancak ülkemizde üretilemeyen yeni bir değirmen yaptım ve bunun da patentini aldım, ayrıca motorlu araçlar için Emniyetli Fren Tertibatı yaptım ve patentini aldım. İtalya'da Milano Fuarı'na gittim ve bu patentimi görüştüğüm ve buluşumu anlattığım Walter Rus firmasına sattım ve onun parası ile de Almanya'da bulunan bir arkadaşımın yardımıyla tarak makinaları ve ilk arabamı aldım.

 

Bu tarak makinaları ve kendi atölyemde yaptığım halat büküm makinalarını kullanarak üretimi ve ticareti Keten Kendir Sanayi adıyla Ermeni ve Rum tüccarların elinde olan halatları üretmek üzere Halat Fabrikasını kurdum.

 

1965 yılında bir narenciye ihracatçısı elinde bir tek yaprak kontomasyonla (katalog) bana geldi, ben sizin methinizi çok duydum, bu makinayı yapsa yapsa  Adil Bey yapar dediler,  ben de size geldim, bu resimde gördüğünüz makinanın aynısını yapabilir misiniz dedi. Bende resme baktım ve bana iki gün müsaade edin dedim ve eve kapanarak sadece aksamı görünen makinanın ne şekilde çalışıyor olabileceğini kafamda tasarlayarak bir proje çizdim. İki gün sonra tüccarla buluşunca istediği makinanın daha iyisini yapacağımı söyleyince, bana kaç liraya mal olur diye sordu, ben fiyatını söyleyince, fiyat çok pahalı gelmiş gibi davranarak fiyat kırmaya çalıştı ancak ben fiyatımı hiç indirmeyince, ben bir de kardeşlerime danışayım dedi ve gitti. Ertesi gün sabahın çok erken saatinde gelerek bana avansımı getirdi, mukaveleyi yaptık ve ilk makinamı yapmaya başladım. Yaptığım kalıpların ve parçaların içerisine Adil Çetingöz/Egemas yazısını yazdırdım.

Bir gün Sanayi Bakanlığı'ndan telefon ettiler, sayın bakan sizi görmek istiyor dediler, inanamadım, koca devletin bakanı beni niye görmek istesin, her halde bana birileri şaka yapıyor diye telefondaki beyefendiyi azarladım, beyefendi bana size bakanlığın telefonunu vereyim inanmıyorsanız siz arayın dedi. O zaman inandım. Atladım Ankara'ya gittim, beni Sayın Bakan'ın huzuruna çıkardılar. Sayın Bakan; bana, narenciye makinalarını sen mi yapıyorsun deyince evet efendim ben yapıyorum dedim. O sırada odada bulunan mühendisler inanmayarak, hayır efendim bu mümkün değil diye itiraz ettiler. Efendim eğer inanmıyorsanız mühendis beyleri makinalarımın çalıştığı bir fabrikaya götüreyim dedim. Bakan Bey bu fikrimi onayladı ve benimle beraber mühendisleri makinalarını yeni kurduğum Finike'deki Meysan Narenciye Fabrikası'na gönderdi. Mühendisler makinalara baktılar tıkır tıkır çalışıyor. Yine inanmadılar bu makinayı sen yapmış olamazsın, üzerine ismini yazmışsın dediler. O zaman ben, inanmıyorsanız gelin kalıpların içine bakın dedim, eğilip bakınca kalıpların içindeki Adil Çetingöz/Egemas yazısını görünce makinaları benim yaptığıma inandılar. Mühendisler bir rapor düzenleyip Bakan Bey'e verdiler. Bakan Bey beni başarımdan ötürü kutladı ve Avrupa'nın fiyatını biliyor musunuz dedi. Sen bu makinaları 4 te 1 fiyatına yapıyorsun. Türkiye'nin kasasında dövizin olmadığı zamanlarda bu makineleri üretebiliyorsan, o zaman bizde ithalatı tamamen kapatırız dedi. O günden bugüne kadar, İran,  Suriye,  Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Macaristan'a makine ihraç ettim. Yurt içinde 90 sanın üzerinde tesis kurdum. İlk yaptığım makinalardan birisi olan Meysan Narenciye Tesislerindeki makinam aradan geçen onca zamana rağmen hala ilk günkü gibi çalışıyor ve sahiplerine ve ülkemize para kazandırıyor.

 

İlk,  sebze ve meyve boylama  makinamı yaptığım 1965 yılından bu yana yetiştirdiğim ustalarımdan Kemal Küçüksakal hala ilk günkü şevkle ve itina ile Fabrikamızda çalışıyor. Yetiştirdiğim diğer ustalarımdan bir kısmı rızamı alarak ve helalleşerek yanımdan ayrıldılar ve kendi işlerini kurdular, bir kısmı da proje ve çizimlerimi alarak gittiler ve bizimle aynı sektörde üretim yapıyorlar.  Bense 80 yaşımı aştım, ancak her gün işyerime erkenden gidip,  işbaşı yapılmadan önce, ürettiğimiz ve üreteceğimiz makinalarımızın sahiplerine bol ve hayırlı kazançlar sağlaması için Allah'ıma dua ediyorum.

Daha fazla bilgi İster misiniz?

Mailinize Bizden bir maili düşsün